LAMBALI KADINDAN SAFİYE HÜSEYİN’E BEYAZ MELEKLER..

Mayıs ayı diğer aylara nazaran pek çok önemli günlerin bir arada toplandığı bir aydır. Hıdırelleziydi, Anneler Günüydü, Atatürk’ümüzün esaretten kurtuluş meşalesini Samsun’dan ateşlediği 19 Mayısıydı derken bir bir sıralanır güzellikler. İyiden iyiye hissedilmeye başlayan bahar heyecanını böylesi günler daha bir tetikler sanki.
Bütün bunların arasında pek çoğumuzun farkında bile olmadığı önemli bir gün daha vardır:
Hemşireler Günü.
Tarihsel sürece bakıldığında pek çok meslek ihtiyaçlar neticesinde doğmuş, ifa edildiği ülkenin kültüründen, coğrafyasından etkilenmiş ve bu anlamda gelişimini tamamlamıştır.
Hal böyle olunca hemşirelik mesleği de ihtiyaç neticesinde ortaya çıkan bir meslek dalı olmuş. Nitekim mesleğe ilk ihtiyaç Kırım Savaşı’ nda cephe gerisinde yaralı askerlerin tedavisinde baş göstermiş. Söz konusu askerlerin imdadına yetişen kadınsa hemşireliğin divası olarak bilinen “Florance Nightingale” nam-ı diğer adıyla “Lambalı Kadın” olmuş.
Cephe gerisinde yaralı askerler arasında elinde lambayla dolaşmasından dolayı askerler ona bu lakabı takmışlar.
'Florence Nightingale has her equivalent of New Labour’s rapid rebuttal unit.'
Devam eden savaşlar neticesinde özellikle ülkemiz topraklarında yaşanan  1. Dünya Savaşın’da da hemşireye çok fazla ihtiyaç duyulmuş. İşte bu ihtiyaç ileri ki yıllarda kendisine ilk Türk kadın hemşire ünvanını kazandıracak bir başka kahramanı ortaya çıkarmış..
Safiye Hüseyin ELBİ’yi
safiye-huseyin-elbi-990x433
Safiye Hüseyin (Elbi), 1881 yılında doğmuş. Babası İngiltere’de denizateşesi olan Ahmet Paşa , annesi ise İngiliz soylusu bir ailenin kızı olan Josephine Wilward’dır. Dolayısıyla bu durum onun tamamen batı kültürüyle yetişmesini sağlamıştır. Çok iyi bir İngilizceye sahip olan Safiye Hüseyin 1. Dünya Savaşı sonunda Avrupa’nın pek çok ülkesinde esir düşen Türk esirlerin iadesi için, Kızıl Haç teşkilatıyla görüşmek üzere Avrupa’ya gönderilmiş. Saltanat döneminde Almanya ve İsviçre’de düzenlenen kongrelere katılarak ulusumuzu ilk defa burada temsil etmiş.
Hemşireliğe olan aşkı ise çocukluğundan beri Florence Nightingale ismine olan hayranlığıyla başlamış. Zira o dönemde büyük babası Miralay Şükrü Bey, Florence Nightingale’yi Kırım savaşına götüren geminin süvarisi konumundaymış. Dolayısıyla Safiye Hüseyin’in hayatı Florence Nigtingale ile ilgili kahramanlık hikayelerini dinlemekle geçmiş. Hal böyle olunca kendisi de hemşirelik mesleğine gönül vermiş.
Bu anlamda ilk olarak Kızılay hemşiresi olarak Balkan Savaşı’na gönüllü  olarak katılmış. Balkan Savaşı ve 1. Dünya Savaşı’nda İstanbullu hanımların fahri hemşirelik yapması için çalışmalarda bulunmuş.
Safiye Hüseyin’in yoğun çabası ve kahramanlıklarını ise dünyanın en kanlı savaşlarından biri olan Çanakkale Savaşında görüyoruz. Nitekim kendisi bu savaşa gitmek için gözünü kırpmadan Reşit Paşa gemisine gönüllü hemşire olarak katılmış.
Bunu kendi ağzından şöyle aktarıyor: “Çanakkale’de uzun müddet kaldım. Çanakkale’de savaş başladığında Alman Salibi Ahmer (Alman Kızıl Haçı) ile bizim Hilal’i Ahmer Cemiyeti birleşmiş, Reşit Paşa vapurunu hastane gemisi yapmıştık. Ben bu geminin hasta bakıcısı olmuştum.”
Savaşa katılma kararına karşı çıkan ve onu bu kararından vazgeçirmek isteyenlere “Her sardığım, iyileştirdiğim yara benim için küçük madalya olacak”diye cevap vermiş.
Savaştan sonra ise yüzlerce madalya, biriktirdiği  çok sayıda anıyla Türkiye’ye dönmüş.
Bu anılarından bir tanesini Safiye Hüseyin şöyle anlatıyor:
Çanakkale Savaşı sırasında bir gün yaralanan Bekir Çavuşu vapura getirirler. Bekir Çavuşun ayağı kesilir. Daha sonra Alman hemşirelerden bir tanesi Safiye Hüseyin’in yanına gelir. Telaş içinde şöyle der:
– Hani ayağını kestiğimiz yaralı yok mu?
-Bekir Çavuş mu?
-Evet
-Ne oldu peki?
-Kendisine bir hal oldu hemşire. Tek başına odanın içinde dolaşmak istiyor.
“Hemen  koştum. Bekir Çavuş yarasından kanlar aka aka ayağa kalkmıştı. Bileğinden tuttum. Müthiş bir ateşi vardı.
Aman Bekir Çavuş! Ne yapıyorsun bu hal ile ayağa kalkılır mı? dedim.
Bekir Çavuş ise kendini kaybetmiş bir halde idi:
Elbette kalkılır! dedi. Sen ne diyorsun! Emir geldi. Emri yerine getirmek lazım! Tabi kalkacağım!
Sabaha karşı Bekir Çavuş kollarımız arasında dünyaya gözlerini büsbütün kapadı. Bu adamcağız, son ana kadar kumandasının emrini kendine verilen vatan vazifesini yapmaktan başka bir şey düşünmüyordu. Son dakikasında bile ne annesini, ne de sevdiğini düşünüyordu. Kansız dudaklarından çıkan son cümleler “Emrini yapamadım” oldu. Lakin ben şuna kani idim ki Bekir Çavuş vazifesini en güzel şekilde yapmış idi.
Safiye Hüseyin, Cumhuriyetin ilanından sonra hemşirelik mesleğiyle ilgili bir hayli yazılar yazmış ve konferanslar vermiştir. Tüm hayır kurumlarında üstün bir hizmet ve feragatle çalışmıştır. İlk hemşirelik okulu olan “Kızılay  Hemşirelik Okulu’nun” kurucuları arasında yer almış ve pek çok derneğin üyesi konumunda bulunmuştur. 1921’de her sene verilen Florence Nightingale madalyasına layık görülmüştür.
1964 yılında 83 yaşında, yetiştirdiği beyaz meleklerin kucağında hayata gözlerini yummuştur.
Bir hemşire kızı olarak hemşirelik tarihinde  bir Türk kadınının etkisini görmek gurur verici elbette. Safiye Hüseyin’in “aşk” olarak nitelendirdiği hemşirelik için benzer sözleri aynı mesleği uzun yıllar ifa eden annemden de sürekli dinlemiştim.
“Hemşireliğin temelinde insan sevgisi yatar. İnsanı sevmeyen ve hayata güzel gözlerle bakamayan bir kişide hemşirelik ruhu asla olmaz. Sadece çalışmış olur o kadar derdi annem. Dünyaya yeniden gelsem yine hemşire olurdum” diyecek kadar da mesleğine aşıktı.
IMAG2023_1
Mesleğine veda ederken kendi eliyle kaleme aldığı şiirini salonda yeni nesil hemşire adaylarına okurken ki meslek aşkını düşündüğümde Safiye Hüseyin’in hemşirelik tanımlamasının gerçekliğine bir kez daha şahit oldum.
Bu nedenle bu yazıyı aynı zamanda anneler günü münasebetiyle anneme, bütün beyaz meleklere ve gelecekteki hemşire adaylarına ithaf ediyorum.
Onlarında Safiye Hüseyinler’in sahip olduğu meslek ruhuyla ülkeye hizmet edeceklerine ve hemşirelik mesleğini ülkemizde layık olduğu konuma getireceklerine inanıyorum.
HEMŞİREYE
Merhamet oldu ilken, sen hep koşarken
Bir şeyler vermek istersin yüreğinden
Uykusuz kaldığın gecelerinde,
Uykusuzluğun dualar oldu Hemşirem
Çok şeylerden ödün verirken,
Belki taktir olmadın sen yürekten
Sana onur veren bu görevden,
Şifa dağıt yorulmadan Hemşirem
Dürüstlük olmalı hep ilkemiz
Merhamet doludur yüreğimiz
Bunlarla bütünleşirse görevimiz
Bizlere en güzel ödül budur hemşirem
Yüreğinle bütünleşsin beyaz üniforman
Merhametin olmalı seni ayakta tutan
Yorulmuş olsa da bedenin koşmaktan,
Dinlenirsin dualarla hemşirem.

BOZKIR’IN DON KİŞOT’U

murat-rahmi-hoca-2

“Herkesin kendine göre bir zevki vardır. Kimileri bahçeyle uğraşmak, çiçek yetiştirmek ister. Bazı insanlar da adam yetiştirmekten hoşlanır” der büyük Atatürk öğretmenlik mesleği için..

Bu ay size bu özellikleri bünyesinde fazlasıyla barındıran bir insandan bahsedeceğim. Üstelik kendisi  Atatürk’ ün deyimiyle yıllardır adam yetiştirmekle kalmadı kalktı bir de Bozkır’ın ortasında kocaman bir orman yarattı..

Konunun kahramanı emekli bir eğitimci; Rahim Demirbaş.

Rahim Hoca  çiftçi bir ailenin  çocuğu olarak 1940 yılında Konya’nın Ereğli ilçesine bağlı Beyören Köyü‘nde dünyaya gelmiş. 9 yaşında okumayı öğrenmiş. 16 yaşına kadar köyüne okul yapılmayınca haliyle okulla tanışması da geç olmuş. İlkokulu dışarıdan bitirmiş. Daha sonra ortaokul ve liseyi öğretmen okullarında tamamlayıp oradan da Fen Fakültesi Matematik bölümüne gitmiş. Türkiye’nin pek çok yerinde öğretmenlik yapmış. Emekli olunca da bir müddet dersanecilikle uğraşmış emektar bir eğitimci.

Kendisi fakülteye hazırlandığım yıllarda benim de Matematik öğretmenimdi. Kendine has bir ders öğretme tekniği vardı. Matematiği öğrencileri için korkulu rüya olmaktan çıkarıp bir zevk haline dönüştüren eğitimcilerden birisiydi. Öğrencisinin halet-i ruhiyesini gözünden anlar baktı ki motivasyonları düşüyor, hemen o kendine has ve zekice espri yöntemini kullanır, dersin havasını bir anda başka bir boyuta taşırdı. Dolayısıyla öğrencileri onun derslerini hevesle bekler hiç kaçırmazlardı.

Bunun yanında çok çalışkan ve mücadeleci, asla pes etmeyen bir kişilikti. Hal böyle olunca öğrencilerine dersin yanında kattığı başka değerler de olurdu. En önemli telkini ise “hayal kurun” cümlesiydi.  Hiç unutmam! Önce hayal kurun sonra onu gerçekleştirmenin bir yolunu bulursunuz.  Yoksa hayatınız sonu gelmeyen boş bir kuyuya düşmek gibi olur derdi.

Okumaya devam et “BOZKIR’IN DON KİŞOT’U”

Kuyu’nun arkasındaki güç

c4smeeswaaai3eo

Türkiye geçtiğimiz günlerde harika bir kurtuluş öyküsüne tanık oldu. Son zamanlarda ülkede dalga dalga yayılan umutsuzluğa da bir nevi ilaç gibi geldi bu öykü.

Öykünün adı: “Kuyu”idi.

Yavru bir kangal köpeğinin insanın  giremeyeceği 30 cm çapında 70 metre derinliğinde bir sondaj çukuruna düşmesiyle başladı  her şey. 10 günlük bu esaret sırasında pek çok insan bu masum yavruyu kurtarmak için adeta seferber oldu. Sivil toplum kuruluşlarından, itfaiyelere, yerel yönetimlerden, madencilere, gönüllülere kadar herkes kuyu için tek yürek oldu. Yüzlerce insanın kulağı kuyudan gelecek habere kilitlendi. Sosyal ağlarda konuyla alakalı paylaşım rekoru kırıldı.Son zamanlarda kutuplaşma ve umutsuzluk rüzgarlarının estiği ülkede küçücük bir köpeğin mutlu sonu insanlarımıza ilaç gibi geldi.

Türkiye böyledir işte. Her zaman farklı dinamikleri içerisinde barındırmayı başaran bir ülke olmuştur. Bizi biz yapan değerlerin başında gelir bu özellik. Gerek jeopolitik yapısı gerekse insanımıza özgü özelliğinden midir bilinmez farklı bir tılsım taşır üzerinde adı konulamayan. Bundan dolayı tam her şey bitti dediğiniz, umutsuzluğun diplerde olduğu bir anda bir kıvılcım etrafınızı aydınlatmaya, umutlarınızı yeniden yeşertmeye yeter de artar bile. Bu defa ki kıvılcım da küçük bir köpek yavrusundan geldi.

Nitekim Kuyu da on günlük bir esaretten sonra kurtarıldı ve kaldığı yerden hayata devam dedi.

Okumaya devam et “Kuyu’nun arkasındaki güç”

İŞSİZ GENÇLER VE ÇIKIŞ YOLLARI

unemployed_0

Türkiye İstatistik Kurumu(TÜİK) işsizlik rakamlarını açıkladı. Rakamların boyutu korkunç.

İşsizlik  rakamları 7 yılın zirvesine yerleşti.

Verilere şöyle bir baktığımızda gençlerin geleceğine dair endişeye kapılmamak mümkün değil.

Gelin birlikte rakamlara bakalım ve incelemeye çalışalım:

TÜİK’e göre Türkiye genelinde 15 yaş ve yukarısında işsiz sayısı geçen sene yüzde 10,5 iken 2016 Ekim döneminde yüzde 11,8 olarak gerçekleşti. Aynı dönemde; tarım dışı işsizlik oranı 1.5 puanlık artış ile yüzde 14.1’e yükselirken, 15 ile 24 yaş arasındaki genç nüfustaki işsizlik oranı 1.9 puan artarak yüzde 21.2 oldu.

Bir yıl içerisinde işsizler ordusuna 500 bin kişi daha katıldı ve rakam 3 milyon 647 bine çıktı. Sonuçlar bize ülkede her beş kişiden birisinin işsiz olduğunu gösteriyor.

İstihdam edilenlerin sayısı 2016 yılı ekim döneminde, bir önceki yılın aynı dönemine göre 411 bin kişi artarak 27 milyon 267 bin kişi olurken, istihdam oranı ise değişim göstermeyerek yüzde 46,2 olarak gerçekleşti.

Üzüntü verici olan bir başka boyut ise tarımdaki işsizlik rakamları.

Tarım sektöründe çalışan sayısı 168 bin kişi azalırken, tarım dışı sektörde çalışan sayısı 579 bin kişi arttı. Bu da demek oluyor ki tarımda kan kaybı devam ediyor. Çiftçi her geçen gün Anadolu’nun bereketli topraklarından elini çekiyor. Hal böyle olunca gençlerde de  tarıma ilgi yok denecek kadar azalıyor. Çünkü tarım sektöründe yaşanan olumsuz gelişmeler onları umutsuzluğa itiyor. Eline çapayı alan, bin bir güçlükle toprağını işleyen atalarının yaşadığı hüsran haliyle gençlerin tarıma bakışını da etkiliyor. Üstelik son günlerde tarım sektörüne dair alınan olumsuz kararlar da onların bu umutsuzluğunu destekler nitelikte.

2018’den itibaren tohumların sertifikalı olacağının açıklanması küçük üreticinin alın terine darbe indirirken, yurt dışından buğday ithal edileceğine dair  açıklamada bir başka hayal kırıklığı yaşattı. Bunun üzerine bir de  yurt dışından 570 bin baş hayvan ithal edileceği ne dair yapılan açıklama çiftçiyi kara kara düşündürmeye yetti. Hal böyle olunca karşısında bu tür örnekleri gören gençlik  haliyle tarım konusunda çekimser kalıyor.

Bu nedenle çoğunluk ilk etapta kendileri için en kolay çözüm gibi görünen asgari ücret+ SGK güvencesi olan bir iş bulma isteğine kapılıyor.

Halbuki asgari ücrette de durum pek parlak değil. Doların alıp başını gittiği bir ortamda doğal olarak yeni asgari ücretin alım gücünde de geçen seneye oranla bariz azalış var. Zira dolar kurunun 2,96 olduğu geçen sene 1303,99 TL olan asgari ücret 439$ ediyordu.Benim bu yazıyı yazdığım saatlerde ise dolar kuru 3,79 idi. Dolayısıyla bu sene 1404 TL olarak açıklanan yeni asgari ücretin değeri de bu durumda 370$ ediyor.

Ekonomi alanındaki hesaplamalarda halk genelde paranın rakamsal değerine bakar ve ona göre yorum yapar.Yani bu durumda yeni asgari ücret rakamsal olarak geçen seneye göre fazla göründüğü için değer artmış olarak algılanır.Bu da siyasilerin işine gelir.

Oysa biz iktisatçılar için durum farklıdır.Zira iktisatçılar paranın rakamsal değeri yerine alım gücüne bakarlar ve o doğrultuda yorum yaparlar.Dolayısıyla geçen seneki ve bu seneki asgari ücret karşılaştırıldığında asgari ücretle geçinen halk kitlesinin zararda olduğu çok net ortada.

Yani durum vahim. Büyümesi duran ekonomi, artan enflasyon ve hızla artan işsizlik. Türkiye artık tam anlamıyla krizin tam ortasında. Bütün bunlara rağmen bir ışık yok değil. Türkiye bulunduğu coğrafi konum itibariyle her zaman albenisi olan bir ülke konumunda olmuştur. En zor zamanlarda bile ekonominin çarkları dönmüştür. Üstelik elinde çok büyük bir gençlik potansiyeli var. Bu potansiyeli doğrultusunda girişimcilik konusunda dünyadaki cazibe merkezlerinden de birisi aslında. İşte bu potansiyeli ekonomiye üretim olarak kazandırabilmek krizi avantaja çevirmek adına önemli etkenlerden birisi.

Bu avantajı kullanmanın yoluysa gençlerin üretime katılmasından geçiyor.Dünyada su, tohum, enerji ve teknolojinin önemi gittikçe artıyor ve bu yönde üretimde bulunan ülkeler en zor zamanları dahi kolaylıkla aşabiliyorlar. Dolayısıyla gerek tarımsal alanda gerekse teknolojik alanda hali hazırda ki işsiz gençlerin ve kadınların girişim fikrini düşünmeleri ülke adına olumlu bir avantaj sağlayabilir.

İşsizliğin en yoğun olduğu yaş grubu 15-24 yaş gurubu.Bu yaş grubu aynı zamanda gençlik enerjisinin zirvede olduğu, deyim yerindeyse gençlerin tuttuklarını koparacakları yaş dönemi.

Yaşanan ekonomik olumsuzluklara rağmen umudu yitirmemek ve ne yapmak istediğine karar vermek  ilk etapta olması gereken unsur.Bu unsur yola çıkmanın da ilk tetikleyicisi.Bu adımdan dönmemek ve ısrarcı olmak, fırsatları  bir bir araştırmayı ve bulmayı sağlıyor.Gerek tarımsal alanda gerekse teknoloji alanında girişimde bulunmak isteyen gençlere devletten tutunda özel sektöre kadar  destek ve teşvikler küçükte olsa veriliyor.

Bugün Anadolu’nun 100 bin nüfuslu bir ilçesinde dahi verimli arazisi üzerinde bir Avm yükseliyorsa durup düşünmemiz lazım. değil mi? Gençlerin her şeye rağmen tarıma ilgi göstermeleri bu yönde üretime katılmaları geleceğimiz için çok önemli. Hiç toprağı olmayan ülkeler bile bugün bir şekilde tarım sorununu çözmüş ve ihracatta ABD ile yarışır hale gelmişken bizim dünyada tarımın ilk başladığı Anadolu topraklarını göz göre göre ranta bırakmamız bindiğimiz dalı kesmekten başka bir şey değil.

Bunun yanında bir de 4.üncü sanayi devrimi gerçeği var. Gençlerin teknoloji alanında girişimde bulunmaları kriz kavramını literatürden  kaldıracak boyuta ulaşabiliyor.En somut örneklerden birisi  pazar değeri 700 milyar $ olan İphone üreticisi APPLE. Bu tür bir girişim için kodlama, yazılım, algoritma bilmek bu konuda en önemli avantaj.Halbuki 15-24 yaş dönemi ise bu bilgilerin sular seller gibi öğrenilebileceği bir dönem.Bu konuda hiçbir sermayesi olmadığı halde basit bir kodlamayla başarıyı yakalayan  girişimci örnekleri ülkemizde de mevcut.Bu konuda karar veren gençlerin internet deryasında yapacakları ufak çaplı bir araştırmayla dahi bu örneklerin pek çoğuna ulaşmaları mümkün. Yemek SepetiBi taksi bunlardan sadece bir kaçı.

Peki kodlamayı nasıl öğreneceğiz?diye bir soru akıllara gelebilir. Bu konuda internette basit adımlarla kodlama eğitimi veren siteler mevcut.Bu sitelerden gençler ve çocuklar kadar yetişkinlerde faydalanabiliyor.Bireyi sıkmadan kodlama eğitimini eğlenceli bir hale getirerek kavranmasını sağlayan siteler bunlar.

Önemli olan  adım atmaya karar vermek. Her zaman balık istemek yerine balık tutmayı öğrenmek gençlerin dünyaya daha farklı pencereden bakmalarına imkan sağlayacaktır.

Bu ülke hepimizin. Başka gideceğimiz ülke yok. Bu nedenle tribünlerde oturup sürekli eleştirmek, şikayet etmek yerine önce ne yapacağımıza karar vermekle işe başlamak ve çok çalışmaya hazır olmak lazım. Bu karara vardıktan sonra çevreye daha alıcı gözle bakmak, fırsatları kollamak hiç ummadıkları anda yollarının açılmasına sebep olacaktır.

İnanın ki bunu istediğiniz anda hedefinize ulaşmak için  fırsatı da eninde sonunda bir şekilde yaratıyorsunuz.

Sonrasında geriye dönüp baktığınızda geldiğiniz noktaya siz bile inanamayacaksınız.

 

GÜÇLÜ BİR TÜRKİYE MÜMKÜN

aaeaaqaaaaaaaad0aaaajgviztnmnzy0lwzkntktngi4mi1iotbmlty5yzjmmjezzjrmnq

Son günlerde ülkemizde yaşanan terör olayları nedeniyle yediden yetmişe herkesin moralleri bozuk. Haliyle halk da da bir umutsuzluk ve tükenmişlik hissi hakim .Sokağa çıktığımızda karşınıza gelen her iki kişiden birisi ülkeyi kurtarmakla meşgul. Siyasi yorumlar, siyasetçilere verip veriştirmeler. Hükümetin veya muhalefetin çizgisi üzerine  yapılan yorumlar almış başını gidiyor.Herkes kendince teşhis koymakla meşgul. Oysa iş tedaviye gelince orada bir tutukluluk olduğu aşikar.

Büyüklerin bu yorumlarından en çok etkilenen kitleyse haliyle gençler.

Halbuki  toplumda görülen bu hezeyan özellikle gençleri farklı düşünmeye,farklı kurtuluş yolları aramaya,sorgulamaya itmeli.Çünkü en iyi fikirler hep bir kaosun içindeyken çıkar. İnsan bir kaosa düşmeden “ne yapmalıyım?” sorusunu kendine pek sorma gereği duymaz.

Okumaya devam et “GÜÇLÜ BİR TÜRKİYE MÜMKÜN”

NEDEN GİRİŞİMCİ İŞ PLANI YAZAMIYORUZ?

Son yıllarda ülkemizde girişimciliği teşvik etme ve destekleme faaliyetlerinde gözle görülür bir çaba söz konusu.

Gerek özel kurumlarda gerekse Stk’lar ve üniversitelerde uzman kişilerce düzenlenen paneller, seminerlerde bunun bir kanıtı.

Ayrıca devletin de, kendi işinin patronu olmak, işini büyütmek isteyen girişimcilere eğitim, hibe, faizsiz kredi yoluyla çeşitli teşvikler sunduğu da bir gerçek.

Okumaya devam et “NEDEN GİRİŞİMCİ İŞ PLANI YAZAMIYORUZ?”